Dördüncü
Gün: Budapeşte
Gözümü
açtığımda kendimizi yine bilindik bir sahnenin içinde buldum:
pasaport kontrolü. Artık çok sıradan bir hale geldi, henüz ilk
haftayı doldurmamışken bile :) Günlük bırakın şehri, ülke
değiştirince sanırım böyle oluyormuş, her neyse. Bu kez uzun
sürdü ama, yaklaşık 1 saat beklemek zorunda kaldık. Neyseki o
boşluğu uyku ile doldurabildim. Otobüsle seyehat etmeye henüz
alışamadım tam olarak. Özellikle uyku konusunda sıkıntılarım
mevcut, bu yüzden bulduğum her anı uyku ile değerlendirmek
istiyorum. Macaristan sınırlarına girdikten sonra, çok geçmeden
kahvaltı için bir Kamion Shop'da durduk. Evet, tahmin ettiğiniz
gibi bizdeki esnaf lokantılarına benzer bir yer, öyle ki ismi bile
'Kamion'. Kahvaltı yapabilmek için 53 kişiye yer bulmak sıkıntılı,
mecburen izi almak şart ve grubun yabancılarla olan iletişiminden
sorumlu olarak bunu çalışan orta yaşlarda bir erkeğe dile
getirdiğimde aldığım cevap tabi ki hayır oldu. Ama işin ilginç
tarafı izin verip vermemesi değildi, nasılsa dışarıda çimlere
serilerek bir şekilde yemek yiyebildik. İlginç olan zaten Türk
olan ya da Türkçe'yi iyi bilen bir insanla İngilizce konuşmaktı.
Benim Türk olduğum gerçeği yaka kartımda kabak gibi ortadayken
bir nevi 'artislik' yapması ilginçti doğrusu :) Neyse, ama
tuvaletlerini en azından kullanabildik ve açıkcası alafranganın
yanında kocaman Türk Tuvaleti yazan yerde alaturka tuvaletleri de
uzun bir süre sonra kullanabildik! :) En çok da buna sevindim...
Yolcudur
Abbas, bağlasan durmaz derler ya, açıkcası bizlere cuk oturan bir
söz. Tabi yine yollara döküldük ve saat öğlen 1 gibi,
Budapeşte'de sahibi Türk olan bir otele yerleştik. Herzamanki
giriş işlemleri, oda yerleşimleri ve biraz dinlenmeden sonra
topluca şehir turuna çıktık. Macaristan denince aklınıza ne
geliyor sizin, önce bunu merak ediyorum. Hani o kadar çok üstün
düşülmeyen, işte Macar toprakları denip burun kıvrılan bir
ülkeye büyük haksızlık ediyormuşuz o büyük önyargımızla
aslında. Budapeşte sanırım şuana dek gördüğüm en güzel
şehirler arasında ilk üçte yerini kolayca aldı. Müthiş bir
şehir, tek kelime ile müthiş. 1860'daki hali neyse, 2014'teki hali
de çok fazla fark içermeden öyle. Normal bir apartmanı şehir
merkezinde zar zor bulursunuz belki de, çünkü her yer tarihi
dokuları barındıran ve büyük olasılıkla yüzyıllık tarihi
olan binalarla çevrili. Şehir planlaması da oldukça iyi. Öyle ki
şehre olan ilgiyi zaten ünlü Özgürlük Meydanı'na gidince
anlıyorsunuz. Oldukça ilgi gören bir yer ve Macar tarihini
yapılarla ortaya koyan bir anıt. Hepimiz bayıldık desem abartmış
olmam herhalde. Yaklaşık 3 saatimizi anıt ve anıtın çevresindeki
müthiş gotik izleri taşıyan müze ve bahçelerinde geçirdik. En
çok fotoğrafı sanırım şuana dek burada çektim. Daha sonra pek
çok isimle anılan ama genelde biz de olduğu gibi şu ya da bu
tepesi denilen Aşıklar Tepesine çıktık, ki burası aslında
Budapeşte'ye aşık olacağınız yükseklikte bir tepe, çünkü
tüm Budapeşte ve şehri parçalara ayıran o güzel Tuna
ayaklarınızın altında. Kaç kez farklı açıdan aynı kareyi
çektim bilmiyorum, ama en sonunda oturup demir korkuluklara sarılıp,
Budapeşte'yi dinledim, Orhan Veli'nin İstanbul'u dinlediği gibi.
Sanırım bir şekilde hayatımın bir kısmını bu şehirde
geçireceğim, bunu kesinlikle yürekten hissediyor ve olmasını
istiyorum.
Budapeşte'yi
anlatmaya doyamam, o yüzden ifade edemeyeceğimin farkında olduğum
için uzatmayacağım. En çok bugün yoruldum, ama en çok da bugün
zevk aldım. Avrupa Budapeşte'den başlıyormuş aslında :) Ama
bitmedi, yarın günün yarısını yine bu güzel şehirde
geçireceğiz ve bu kez tarihi mekanları ziyaret edeceğiz. Bu ilk
ve son Budapeşte yazım değil şüphesiz. Hem günce hem de detaylı
bir gezi anısını ilerki günlerde kendimi uykusuz hissetmediğim
bir vakitte derinlemesine ele alacağım :) Kim bilir, belki sizlerle
foto albümü de paylaşırım? :)
Neticede,
Budapeşte'yi ne ben ilk ve son gördüm ne de kendisi. Sanırım biz
uzun süre dost kalacağız,
ama
şimdilik,
uyku.
oh.
Muhammet TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder